Toplumsal Cinsiyet ve Aile İçi Şiddet
Toplumsal Cinsiyet ve aile içi şiddet, toplumumuzda büyük sorun teşkil eden bir konudur ve önemli bir psikolojik temele sahiptir. Gelgelelim, aile içi şiddetin gerçekten artıp artmadığını yada destekleyici verilerin yüksek bir tedbir ve kayıtlara mı yoksa medya haberlerine ve güvenilmez istatistiklere mi dayandığını değerlendirmek zordur. Bu bölümün başlarında şiddetin yaygınlığını değerlendirmekte güçlükler olduğunu dikkat çekmiştik. İnsanlar evlerindeki şiddeti bildirmekte yada kabul etmekte genellikle gönülsüzdür; dolayısıyla aile içi şiddetin ne kadar yaygın olduğunu tespit etmek güçtür.
Şiddete maruz kalma ile yeterince toplum yanlısı davranmama arasında bir ilişki bulunduğuna dair kanıtlar mevcuttur.
Toplumsal Cinsiyet Nedir?
Toplumsal Cinsiyet ile ilgili doğru tespit belki de şudur; erkekler ve kadınlar saldırganlaştıklarında, erkeklerin fiziksel zarar verme ihtimali daha yüksektir.
Yine de bir kadından dayak yiyen erkek görüntüsünü zihninizde canlandırmak güç olabilir Haris ve Cook öğrencilerin üç senaryoya tepkilerini incelemiştir:
- karısını döven bir adam,
- kocasını döven bir kadın,
- erkek partnerini döven eşcinsel bir erkek;
her birinin tepkisi sözlü tahrikten kaynaklanmaktadır. Adamın karısını dövdüğü ilk senaryo diğer iki senaryodan daha saldırgan olarak değerlendirmiştir. Dahası “suçlanmaya en çok maruz kalan kişi” daha çok ilişkiden ayrılması en muhtemel kabul edilen eşcinsel kişidir. Görünen o ki, bir davranış, saldırganlık bir kurbanı cinsiyetine bağlı olarak farklı anlamlar kazanmaktadır.
DeKeseredy ve Claire Renzetti hem toplumsal cinsiyetin hem de etnik asimetrilerin partnere yönelik şiddetin temelini oluşturduğunda hem fikirdirler:
- Heteroseksüel ilişkilerde cinsel saldırılar büyük bölümü erkekler tarafından gerçekleştirilmektedir.
- Kadınlar partnerlerinin saldırısına karşı koymak amacıyla şiddete başvurmaktadırlar.
- Farklı etnik gruplardaki erkek ve kadınlar farklı toplumsal cinsiyet rolleri sergilemektedirler, şiddet kullanmanın ne zaman uygun olduğuna dair algılamalardaki varyasyonlar da dahil olmak üzere.
İnsanlar Neden Kendilerine En Yakın Olanları İncitmek İsterler? Bunun Basit Bir Yanıtı Yoktur, Ancak En Etkili Faktörler Şunlardır:
- Öğrenilmiş saldırganlık örüntüleri, diğer saldırgan olmayan tepki verme yollarına düşüklüğüne eşlik edecek biçimde, ailenin ya da değerli görünen başkalarının taklit edilmesi; kuşaktan kuşağa geçen çocuk istismarı döngüsü gerçek bir olgudur bazı ailelerde şiddetin kronik biçimde tekrarlanması taciz sendromu olarak adlandırılır.
- Aile üyelerine yakınlığı onların rahatsızlık ve engellenme kaynağı yapar, dolayısıyla bu duygular dışa vurulduğunda onları hedef haline getirir;
- Stres, özellikle maddi sıkıntılar, işsizlik ve hastalık bu kısmen, aile içi şiddetin yoksul ailelerde daha yaygın olmasının sebebidir;
- Erkeği yücelten geleneksel çekirdek ailelerde iktidarın bölüşümü demokratik olmayan etkileşim tarzlarının egemen olmasını kolaylaştırır;
- Yüksek düzeyde alkol tüketimiyle erkeklerin eşlerini taciz etmeleri arasında bir ilişki vardır.
Şiddet ve Saldırganlık
Toplumun Rolü
İnsan toplumlarının sürekliği sosyal normlara bağlıdır; bunlardan en güçlüleri, bir toplulukça paylaşılan –dostlarımıza sahip çıkmak gibi- değerler haline gelmiş olanlardır. Sonuçta sosyal sistemi yasalar korur. Sosyal düzenin mekanizmaları zaman zaman şiddet kullanımını bile onaylar. Son yıllarda, New York metrosunda koruyucu grupların ortaya çıkışına tanıklık ediyoruz. Grup üyeleri “yurttaş haklarını” korudukları iddiasıyla ara sıra güç ve şiddete başvuruyor. Bu gruplar onaylanmamakla birlikte, polisin emniyeti yeterince sağlayamadığını düşünen sıradan yurttaşların sempatisini topluyor.
Savaş
Önyargı ve ayrımcılıkla ilişkilendirilebilecek büyük boyutlu saldırganlık ve savaşlar, trajiktir ki, insan yaşamının bir parçası olmuştur. İnsanın iki milyon yıllık evrimi, sanayileşme, iletişim devrimi, felsefe, sanat ve şiirin hiçbir etkisi olmamıştır –kolektif şiddet aralıksız sürmektedir. Geçtiğimiz yıllarda dünyamız Suriye, Somali, Bosna, Hırvatistan, Kosova, Ruanda ve Çeçenistan, Afganistan ve Irak’ta yaşanan korkunç şiddet olaylarına tanık oldu.
Devletin Rolü
Savaş, en ölümcül şiddet biçimi değildir. Yirminci yüzyılda devletlerarası savaştan ve iç savaşlarda ölen insan sayısı 36 milyon, buna karşılık soykırımlarda, katliamlarda ve diğer toplum öldürümlerde katledilen insan sayısı ise 119 milyondur. Bunların yaklaşık 115 milyonu totaliter yönetimler tarafından öldürülmüştür.
Şu halde, devletin rolü saldırganlığın belirli şartlar altında makul olduğunu yurttaşlarına göstermek olabilir. Önyargı ve saldırgan davranışına ilişkin ciddi bir açıklamadan yoksun olsa da otoriteryanizm ilişkin incelememiz bu durumu bir kişilik özellikleri dizisine itaat etmeye bağlanmıştı. Güçlü bir otokrasi, yurttaşlarından sorgusuz sualsiz itaat bekler.
Saldırganlığı Azaltma
Saldırganlığı kişisel düzeyde azaltma saldırganlıkla ilgili olarak benimsenen açıklamanın düzeyine bağlıdır. Dikkat odağımız saldırgan kişi olduğundan bu duruma etkili müdahalede bulunmak siyasi kararları, bir bütçeyi ve topluluk iradesini içerecektir. Günümüzde, davranış ve danışma psikolojisi kapsamında etkili teknikler vardır; bu teknikleri uygulanması bölgesel kuruluşları, okulların ve ailelerin işbirliğiyle gerekmektedir. Okullardan öğrenciler arasında görülen zorbalığın nasıl azaltılacağı son yılların gözde konularından birisi olmuştur. Kanadalı öğrencileri içeren geniş ölçekli bir araştırma farklı okullardaki zorbalık oranlarını aza indirmeyi amaçlayan farklı programların muhtemel ve sonuçlarını birbiriyle karşılaştırdı. Zorbalık yapan öğrencilerle zorbalığa maruz kalan öğrenciler herhangi bir programın başarılı olması için kendi görüşlerini kulak verilmesi gerektiğine inanıyorlardı.
Salt eğitimcilere ve okul yöneticilerine dayanmak yeterli değildi. Şiddetin altında yatan nedenler üzerinde bir değişiklik yaratmak için, toplumsal düzeyde, şiddet döngüsünün daha da sıkıntılı hale getiren baskılardan mustarip grupların koşullarını iyileştirecek değişikler gerekmekterdir. Çok temel bir faktör yoksulluk ve göreceli yoksunluktur.
Soykırım ve savaş gibi kitlesel şiddet örnekleri bambaşka bir sorundur. Barış araştırmalarının resmi eğitim sisteminde yer alması yersiz değildir. Barış eğitimi savaş karşıtı bir kampanyadan daha fazlasıdır: bu tür eğitim barışçıl ilişkiler ve bir arada varoluşun tüm yönlerini kapsayacak biçimde genişlemiştir. Küçük çocuklara saldırgan olmaksızın özgüvenlerini nasıl sağlayacakları ve nasıl koruyacakları öğretilerek insanların yaşamlarının tüm alanlarına nüfuz edecek uzun vadeli bir etki sağlanması umulmaktadır. Sihirli bir asayı sallayarak şiddeti ortadan kaldıramayız. Kişiler arası düzeyde bu pek çok faktörle ilişkilidir: kişinin sosyal öğrenme geçmişi, alkol kullanımı, insanların engellenmeyle başa çıkma yöntemleri vs. Toplumsal düzeyde ise saldırganlık büyük ölçüde gruplar arasındaki eşitsiz ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Kaynakların azaldığı, gerginliklerin arttığı bir dünyada bu düzeylerin her ikisinde de sosyal psikologların ve diğer bilimcilerin uyum içerisinde çalışması büyük önem taşımaktadır.
ÖZET
- Saldırganlık pek çok biçimde tanımlanmıştır. Bu tanımlar saldırganlığın doğası ve nedenleriyle ilgili kuramlar arasındaki farklılıkları yansıtmaktadır. Yalın bir tanım şudur: ‘başaklarını fiziksel ya da ruhsal tahribata yol açacak şekilde bile isteye cezalandırma.’
- Saldırganlığın kökenlerine dair iki büyük kurumsal sınıf vardır; bunlardan biri saldırganlığın biyolojik kökenlerini, diğeri ise sosyal etkileri vurgular.
- Biyolojik açıklamaların izi Freud’a kadar sürebilir; bu açıklamalar Freud’un görüşlerini, etoloji kuramını ve –son dönemde- evrimsel sosyal psikolojiyi içerir. Bu yaklaşımlar, bir tür tarafından paylaşılan kalıtımsal davranış örüntüleri üzerinde durur.
- Sosyal açıklamalar ise genellikle toplumsal etkilerin ya da öğrenme süreçlerinin rolünü vurgular. Bazıları, engellenme –saldırganlık hipotezi ya da heyecan-transfer modeli gibi biyolojik bir bileşeni de içerir. Sosyal öğrenme kuramı pekiştirme ilkelerini ve modellerin küçük çocuklar üzerindeki etkisini vurgulayan gelişimsel bir yaklaşımdır.
- Saldırganlığın nedenlerine dair bazı araştırmalar, kişiliğin cinsiyetle ilgili olması gibi, kişinin bir parçası olduğu düşünülen faktörlere odaklanmıştır. Diğerleri ise geçici durumlar üzerinde durmuştur: engellenme deneyimi, katarsisin rolü, tahrik ve alkolün etkileri, beyin hasarlarının\zihinsel engellerin rolü ve Ketlenmeme deneyimi.
- Durumsal faktörlere odaklanan çalışmalarda vardır. Bu durumsal faktörler fiziksel çevredeki stres doğrucu etmenleri içerir, sıcaklık ve kalabalık gibi. Temel bir toplumsal değişken, bazı grupların, iktidarı elinde tutanlara kısayla, dezavantajlı bir konumda bulundukları hissiyattır. Bu çözümleme göreceli yoksunluk kuramının temelini oluşturmaktadır.
- Sosyal bir saldırganlık yaklaşımı, örüntülerdeki zamana ve kültüre bağlı değişim olasılığını göz önüne alır. Örneğin, son zamanda kadınlarda saldırganlığın arttığına, fiziksel saldırganlık oranlarının kültürden kültüre – ki bu, norm ve değerlerdeki süreğen farklılıkları yansıtır – değiştiğine dair kanıtları vardır.
- Kitle iletişim araçlarının, özellikle televizyonun rolü tartışmalıdır. Sürekli olarak gösterilen şiddet sahnelerinin en azından gençlere şiddetin sonuçlarına karşı duyarsızlaştığını ileri sürmek revaçtadır. Güçlü bir iddia, medyanın daha sonra gerçekleştirilecek davranışlar için bir model olduğu yolundadır. Tartışma sürmektedir.
- Eş ve çocuklara uygulanan aile içi şiddet bildirimleri oldukça yüksektir. Bu eğilimlerin gerçekten yaygın olup olmadığı açık değildir.
- Savaş insanlığın üzerindeki kronik ve kitlesel bir hastalıktır. Savaşın nedenlerinden ve engellenmesinden ilişkin bütünüyle politik terimlerle tanımlanmış argümanlar pek çok kritik noktayı gözden kaçırır: gruplar arası ilişkilerin rolü, insanların başkalarına gerçekten zarar vermesi ve dış grup stereotiplerinin ve ön yargının kuşaklar boyu kalıcılığı.
Toplumsal Cinsiyet ve Aile İçi Şiddet yazımızı okuduğunuz için teşekkür ederiz. Ayrıca ikna etme ve motivasyon nedir yazımızı da okumanızı tavsiye ederiz.