Bir Erasmuslu’nun Litvanya Gezisi
Erasmus ile gittiğim (Ekim 2013’te – 1 hafta) Litvanya’yı anlatmaya çalışacağım dilim döndüğünce.. Hani bizde pek bilinmeyen ama özellikle Erasmus öğrencileri arasında çok meşhur olan ve basketbolla ilgilenenlerin de çokça duyduğu bir ülke.
Tercihlerden sonra Litvanya çıktığını duyunca derhal google amcaya sarılıp “acaba burası nasıl bir yer” diye gitmeden önce sokaklarına kadar her şeyini araştırdığım (ancak Erasmus dersi dışında, bana sunum da kitledikleri için J 1 şehirde 3 gün kalmak zorunda oldum ve planladığım kadar çok gezemedim)
Erasmus ile Litvanya Gezisi
Gitmeden önce öğrendiklerimle (ve gittiğimde teyit edip) şok olduğum birkaç noktaya değineyim önce:
- Hepi topu Konya’nın iki katı kadar büyük bir ülke (Litvanya yüzölçümü 65.300 km Konya ise 38.873 km) olmasına rağmen 2500’den fazla göl, 800 kadar nehri var. 15 tane de büyük nehri var. Yalnız şunu da es geçmeyelim ülke dümdüz olduğundan ufacık, minnacık bir tepeye dağ dediklerine göre göl dediklerinin bazıları (belki de birçoğu) su birikintisi olabilir bizim için 🙂
- Dünyada en yüksek hızlı İnternet bağlantısı bu ülkede. Gerçekten de gittiğimiz her mekanda kullandığımız (wifi) internetle gördük bunu.
- Başta demiştim ya basketbol diye J Bu dalda dünyada üçüncü kabul edilir ki Litvanlar için basketbol bir spor, bir eğlence hatta tutku bile değil adeta din. Onlar için o kadar önemli o kadar kutsal ki zaten baktığınızda bunu anlamak mümkün. Litvanya’da boy ortalaması 1.85
- Erkek intihar oranı bir hayli fazla. Doğum oranından fazla intihar oranına sahip bir ülke
- Dünyada resmi ulusal parfümü (Lietuvos kvapas) olan tek ülke.
- Kişi başına düşen, kale, nehir, göl, orman, park sayısı kişi başına düşün milli gelirlerinden fazla J Ülke yeşile, doğaya, insana o kadar önem veriyor ki %30 ormanlardan oluşuyor zaten. Ülkenin her yerinde bir nehir, bir park, yürüme parkuru, her köşe başında tarihi bir bina, kale .. bi zaman sonra ilginç bile gelmiyor artık 🙂
- Dünyada kişi başına en çok alkol tüketilen ülkeymiş. En guzel ve en ucuz bira burdaymış ki zaten küçücük ülkede elliden fazla bira çeşidinin olması bunun kanıtı olsa gerek. Sokakta çokça kaybolduğumuz için kime adres sorduysak içkili olduğunu anlıyorduk adresi sallana sallana tarif etmelerinden
Litvanya maceramızdan bahsedersek, Ukrayna havayolları ile Kiev aktarmalı bir bilet bulduk ve Türk Havayolları’na göre çok da ucuzdu + uçakta yemek ikramı Uçuş başkent Vlnius’a ancak gideceğimiz okul Klaipeda’da ki biri batı ucunda biri doğu ucunda.
Uçaktan inip havalimanı dışına çıktığımızda her köşe basında KEBABAI’yle karşılasınca ilk şokumuzu yaşadık J İkinci şokumuzu da eşim sigarasını her çıkardığında genci yaşlısı, kadını erkeği herkesin gelip sigara istemesiydi. Sonradan öğreniyoruz çok yaygınmış sigara istemeleri.
Uzun bir uçak yolculuğu ve yağmurlu ve soğuk bir günde Vilnius’tan otobüsle geldiğimiz Klaipeda’da üniversiteyi ararken kaybolduktan sonra 🙂 gideceğimiz okulu bulmak adına otobüs şoförlerinden, sade vatandaşa kadar sormadıklarımız kalmadı..
Şoförler oldukça yardımcı olmaya çalışsalar da işaret diliyle pek anlaşamadık (İngilizce bilmiyorlardı) 🙂 Vatandaşlardan desek yardımcı olanların olduğu kadar bana ne deyip ‘sallamayan’ da oldu 🙂
Hele bir taksi şoförü “o sokağı bilmem ben filanca sokağı biliyorum sadece” demesi vardı ki buz gibi havada tebessüm bile edemedik.. Bir de “sizi Riga’ya götüreyim mi?” demez mi.. Riga yani Letonya’nın başkenti J)) En son çare olarak Tourism Information ofisine gittik.
Okulun adını verip yer tarifi istiyoruz. Güya tourism information ofisi.. Ablamız google translate’i açtı, bilgisayarı bize çevirdi. Litvanca yazıp İngilizce’ye çevirtip bize gösteriyordu yazıyı dedik buradan da hayır yok.
Yine düştük yollara artık kaybolduk derken bir polis arabası karşımıza çıktı ve okulu sordum. Bilemediler.:) Adresi verdim bozuk ve Rusça’ya çalan şiveli İngilizce’yle bir şeyler anlatmaya çalıştılar.
Baktılar ki bunlar anlamıyor “gelin sizi götürelim” diyerek buz gibi Litvanya’da bir şok daha 🙂 Bol tebessümle bindiğimiz arabaya arada polislerin bizle Litvanca sohbet etme çabalarıyla yarı güler yarı şaşkın vaziyette okula gittik. Polis ağabeyler adrese teslim ettiler bizi sağolsunlar 🙂
Litvanya’ya gitmeden önce ordaki koordinatör bize kalacak yer de ayarladığı için önce otele yönlendirdiler bizi (4 yıldızlı bir otel kahvaltı dahil ve fiyatlar Türkiye’ye göre oldukça ucuzdu). Okula döndüğümüzde koordinatorümüz Silvia’nın muhteşem misafirperverliğiyle, yardımseverliğiyle tüm okulu gezdirdi.
Dersimizi anlattıktan sonra konferansa geçildi. Son anda benden böyle bir şey istendiği için aklıma gelen en kolay konu turizm oldu J ve Litvanlar’ın, Letonyalı’ların, Ruslar’ın, Polonya’lıların, Macarlar’ın olduğu o salonda Türkiye’deki artan turizm sektörü ve yeni turizm trendlerinden bahsetmiştim ki tam kapanışta moderatör hoca’nın (oldukça yaşlıydı) bana sorduğu soruyla biraz şaşırdım ama daha çok üzüldüm:
“Peki hocam, siz böyle diyorsunuz ama şu an biz Türkiye’ye gelebilir miyiz? Güvenli mi?” dedi
“Nasıl yani, anlamadım?” deyince
“Söyledikleriniz Türkiye’nin doğusu için de geçerli mi?” dedi. İşte o zaman anladım ki tüm dünya Türkiyeyi öyle ya da böyle takip ediyor, okuyor..
İş bitti artık gezelim deyip vurduk kendimizi Klaipeda’nın ara sokaklarına. İki sokağa gittikten sonra üçüncüsünün seni şaşırtmayacağını öğrendim daha ilk günde zira klasik bir Avrupa ülkesi olarak her sokak neredeyse aynı dizayn edilmiş.
Maksimum 3 katlı evler, küçük, şirin dükkanlar dış mimarisi hepsinin aynı ya da benzer. Geniş ve tertemiz sokaklar (gerçek anlamda söylüyorum yerde tek bir çöp bile bulmak imkansızdı. O yüzden eşim sigara izmaritini dakikalarca elinde taşıdı :)) )
Ertesi gün Klaipe’dan feribotla gidilen Curonian Spit’e gitmek için çıktık yola. The Curonian Spit Curonian Lagoon’ı Baltık Denizi sahilinden ayıran, güneyinde Kaliningrad Bölgesi olan 98 km uzunluğunda kıvrımlı KUM TEPELERİdir. UNESCO Dünya Mirası listesindedir. Bir tarafı Baltık denizi ve bembeyaz kumsalı diğer tarafı ise yemyeşil ormanı ile insanı mest ediyor.
Bu şeritte 3 tane şirin köy sıralanır ki en meşhuru, en tatlısı NİDA kasabası’dır. İlk köy Smiltyne’de inip derhal tepenin öbür yakasına Baltık Denizi tarafına geçtik.. o bembeyaz kumlar, tertemiz ama buz gibi deniz.. biraz orada vakit geçtikten sonra yürüyüş yapalım dedik ki kum tepeleri arasına yapılmış tahta yolu takip ederek ormanın içine daldık.
Epey bir vakit yürüdükten sonra kimseyi göremeyince (ki 10-15 kişi aynı otobüsle gelmiştik) “acaba yine mi kaybolduk” endişesiyle yolu takip ettik mecburen ve kısa bir süre sonra iki ablayı görünce uzaktan uzağa, onları takip ederek merkeze inebildik çok şükür J Sonra meşhur NİDA’ya gitmek üzere yine yola koyulduk.
Otobüs yolculuğunun bu kadar keyifli olabileceğini hiç tahmin etmemiştim. Dümdüz yol, sağlı sollu upuzun, yemyeşil ağaçlar, kuşlar, birkaç geyik, orman içinde o Avrupai köyler; üçgen çatılı, rengarenk ve minicik evler ve kocaman bahçeleri.. Bir evin önünde bir amca “hızarla” odun keserken otobüsten inip yardım edesim geldi.
Ben tam bu huzurla dalmışken yolculuğa otobüsümüz aniden durdu. Baktık uçsuz bucaksız, kuş uçmaz kervan geçmez orman yolunda 1 tane sokak lambası koymuşlar. Evet evet sadece tek lamba ve kırmızı yanmıştı.
Otobüstekiler o kadar alışık ki duruma hiç bakmadılar bile niye durduk diye. Hiç abartmıyorum 4 dk filan sürmüştür. Artık eşim “yahu adama bir söylesene belki lamba bozuktur” dedi 😀 O lamba yeşil yanmadan geçmedi şoför abimiz ki Litvanya’da (sanırım tüm Avrupa’da) kurallara müthiş itaat var.
NİDA Kasabası’na iner inmez ilk önce soğuk havayı hissettik ciğerlerimizde, ikincisiyse o rengarenk, şirin evleri. Adamlar başımı sokacak bir evim olsun demiyorlar, içine girince huzur bulacağım bir evim olsun diyorlar resmen..
Etrafı gezmekten, fotoğraf çekmekten ve Baltık Denizi kıyısına oturmaktan vakti nasıl harcadık hiç fark etmeden son otobüsün kalkış saati gelmiş, gerçekten de “bir yanım orada kalmış” olarak ayrıldık Klaipeda’ya gitmek üzere. (Nida Kasabası’ndan 3 km sonra KALININGRAD geliyor ki burası Rusya’yla hiçbir sınırı olmamasına rağmen Rusya’ya bağlı bir bölge)
Hava karardığında dönebildiğimiz için, dışarı çıkalım birkaç abur cubur alalım otelde yiyeceğimiz dedik ki “Avrupa’da hayatın 7-8’den sonra bittiği” acı gerçeğiyle karşılaştık. Büfe, bakkal dahil hiçbir yer açık değildi. Akşam karanlığından sonra sokakta bir Allah’ın kulunu görmeniz mümkün değil.. O geniş, tertemiz, bomboş caddeler tamamen size ait.
Gece saat 10 gibi otele gidelim dedik. Tam kavşaktan döneceğiz ki bir trafik lambası. O saatte hayat bir nevi durduğu için ışığa bakmadan karşıya geçecektik ki yolun öbür yakasından gelen bir kız yavaşlamaya başladı. Bunu gören eşim “eyvah kız ışıkta duracak galiba” dedi ve gerçekten gece, bomboş yolda kırmızı ışık yandığı için durdu ve haliyle biz de durmak zorunda kaldık 🙂 trafiğin olmadığı bir yerde bile.. İşte bu kuralcılık o kadar hoşuma gitti ki Türkiye’ye gelince yaya çizgilerinde isyan etmeme sebep oldu. Hatta bir ara yola atlayıp arabaları durduruyordum Bolu’da 🙂
Ertesi gün Kaunas yolculuğumuz başladı.. şehirler arası otobüsler herhalde bizim bir 50 sene önce bıraktığımız otobüsler. Otobüsün içinde yazar kasa olur mu? Burada oluyor işte!
Velhasıl Litvanya’nın ağır trafik kuralları sebebiyle 1 saatlik yolu 3 saatte bitirerek ulaşıyoruz. Ve bir Baltık ülkesi olarak yağmurla karşılıyor bizi.. Elimizdeki listeye bakarak derhal gitmemiz gereken kale ve kiliseyi buluyoruz. Ve her şehirdeki OLDTOWN’lar harika (ama birbirine benzer). Bu arada Litvanya’da otobüsler bile elektrikli J) bizim Eminönü tramvayı gibi otobüsler bile.. şehir içinde her tarafta elektrik telleri, görüntü pek iç açıcı değildi. Kaunas ikinci büyük şehri Litvanya’nın.
Bir dipnot: İnsanları iklimine ters oranla çok sıcak ve yardımsever. Adres sorduğumuz polislerin İngilizcesi yeterli olmayınca arabalarıyla bizi adrese teslim etmesi, otobüste adres sorduğumuz bir amca yine dil yetersiz kalınca telefonundan belediye web sayfasına girip oraya giden otobüsün numarasını, saatini filan göstermesi harikaydı.
Sunumum bittikten sonra Litvan ve bir de Rus bir ablanın yanıma gelip sizle foto çekilebilir miyim demesini çok garipsemiştim ama hoşuma da gitmişti 🙂 ve kime Türkiye’den geldik dediysek “aa ben de Antalya’ya geldim ben de Istanbul’a geldim” dediler.
Kaunas’tan sonra hedef Vilnius’tu. Yine akşam karanlığında gidebildiğimiz Vilnius’ta gece gece sokak sokak otel aradık. Çok ilginçtir hiçbir önemli gün olmamasına rağmen tüm oteller doluydu ki her iki sokakta bir otel vardı. En son sağ olsun bir oteldeki çalışan başka bir pansiyonu aradı bizim adımızı vererek yer ayırttığını söyledi. Diyorum ya insanlar fazlasıyla iyiydi. Sabahın erken saatlerinden itibaren Vilnius’un ara sokaklarını, bozulmamış OLDTOWN’larını, kiliseyi, parklarını, Gediminas Caddesi’ni gezebildik. Bu arada her şehrin ortasından geçen bir nehir ve etrafındaki yürüme parkuru harika.
Katedral Meydanı, Kraliyet Sarayı, Başkanlık Sarayı ve müzelerin gezmekse yine akşama kalmıştı önceliği TRAKAI’ye ayırdığımız için.
Küçük bir dipnot: Başkent Vilnius’ta Ibraham Center nam salmış Türk öğrenciler arasında.. Türk yemekleri Türk ürünleri her türlü şey mevcut.
Trakai Şehri
Litvanya’nın hem tarihi hem turistik açıdan en çok dikkat çeken şehri.
En keyif aldığım yer, keşke yazın da görseydim dediğim yer.. tarihini, önemini öğrendikten sonra keşke bir gece de olsa kalabilseydim dediğim yer Trakai..
TRAKAI bir adalar topluluğundan oluşan bir kasaba esasen ve Türklere ev sahipliği yapıyor. Şu an Litvanlar’ın, Ruslar’ın, Polonyalılar’ın ve Tatar ve Karaylar’ın yaşadığı bir bölge.
Litvan dükü tarafından bölgeyi ve kaleyi korumak için getirilen iki millet Karay (Türkler) ve Tatar Türkleri..
Hazar Denizi’nden buraya gelen Karaylar (Musevi) ve Kırım’dan gelen Tatarlara (Müslümanlar) ev sahipliği yapıyor.
Konuşmaları az da olsa Türkçe’yi andırıyor ve Karay yemeklerinin isimleri Türkçe. Mekanların dekorları bile bizimle aynı.
Bir günümüzü ona ayırmamıza rağmen yine de tam gezemediğim- doyamadığım TARAKAI 🙁 Ahşap ve doğal köprülerle birbirine bağlanmış küçük küçük adacıklar, tek katlı ve rengarek evleriyle (zaman zaman korku filmlerindeki gibi şatovari evleriyle) ve köylü sakinleriyle, köşe başlarında KIBIN dedikleri (bizdeki poğaca benzeri hamur işi- farkı içinde et var) milli yemeklerini satan teyzeler.. orjinalliği bozulmamış köyler.. Sonbaharın da etkisiyle köyler adeta peri masallarından fırlamış gibiydi
Ada’nın simgesi haline gelen kalenin için de bir de müze var. TL karşılığı 10-15 lira gibi bir ücretle girdik içeri ve içeride tamamen Karay ve Tatar Türkleri’ne özgü eserler + Trakai bölgesinin coğrafik şekilleriyle ilgili çalışmalar vardı. Bir de çok eski bir Kuran sergileniyordu müzede. Görevlinin dediğine göre 300 kadar Karay var deniyor ama esasen 50-60 kişi ancak kaldı.
Müzede Karay ve Tatar eserleri
Adanın merkezinde KYBYNLAR dedikleri bir restoranları var. Günlerdir abur cubur ve soslu yemekten bıkarak Türk yemekleri ümidiyle KYBYNLAR Restoran’a gittik. Litvanya’da değil Sultanahmet’tesiniz adeta – masaların, divanların dekoru, renkli duvar lambaları bile bizim turistik mekanların sattığı gibi.. Mönü’yü de görünce tamam dedik “tam yerindeyiz” J) Yemek isimleri: PATLYDZAN DOLMASY, TAVUCH KAVURMA, BÜBER DOLMASY, SARMA … Bu arada çorba niyetine türlü verdiler ama güzeldi
Ve Karaylar’ın milli yemekleri KYBYN
Litvan babaanne
Karay ya da Tatar sanarak daldığım köy evinde Litvan bir babaanneyle işaret diliyle anlaşmaya çalışıyoruz 🙂
Teknolojinin girmediği, günümüz dünyasının menfaatlerinden, çıkarlarından uzak tipik bir köylü olarak oraya oturur oturmaz banktaki kıpkırmızı elmalarını ikram ediyor zorla..
Tek anladığımız babaannenin Litvan olduğu onun ise tek anladığı Türk olduğumuz ve kızı gelince hemen nakletti Türk olduğumuzu 🙂
Fotoğraf çekinmeye birazcık utandı ama..
Bir not: köydeki evlerde ön cephede 3 pencere varsa o Karay’ın evi oluyormuş. Eskiden kendilerini böyle ayırt ediyorlarmış ve halen daha böyle evler varmış.
İlk anımız yol kenarındaki küçük bir kafede yemek yedik ve çıktık. Acaba ne tarafa gitsek diye düşünüyorken birkaç adım atmışız farkında olmadan ve yola yaklaşmışız meğersem.
Bizim taraftaki şeritten son sürat gelen simsiyah, gayet lüks araba aniden önümüzde durdu acaba n’oldu demeye kalmadan karşı şeritteki otobüs durdu. Birkaç saniyelik afalladık ki otobüs şoförü amcamız eliyle işaret ediyor “hadi artık geçin karşıya” diye azcık da kızarak.
Meğersem yaya çizgisinin çok yakınında durmuşuz :)) İşte o an Atalay Demirci’nin Yetenek Sizsiniz’de anlattığı Almanya macerası aklıma geldi :))) ve Türkiye’de artık yaya çizgisinde öncelik bekliyorum hatta bunu bilmeyene hatırlatıyorum yola inerek 🙂 .
İkinci anımsa gelmişten bir kıyafet alalım hatıra olarak dedik. Gayet lüks, güzel bir mağazaya girdik. Ama bir gariplik var, üzerlerinde etiket yok, fiyat yok ki Avrupa’da olmayacak türden diye düşündük. Öğrendik ki ikinci el dükkanı imiş ve çok yaygınmış orada.
Bir başka gariplikse Avrupa’da su yok galiba J) bunu başka arkadaşlarımdan da duydum. Çok defa su yerine gazoz, mineralli su vs aldık. Sadece su yok denecek kadar az marketlerde.
Alabileceğiniz en güzel hediyelik eşya: Baltık denizinden çıkarılan kehribar (amber) taşı. Taşı her şekilde değerlendirmişler ancak pahalı biraz.
Litvanya Gezilecek Yerler
Vilnius (başkent)
Kaunas : ikinci büyük şehir
Klaipeda: liman ve turistik
Bizim gidemediğimiz ancak görülmesi gereken bir çok yer vardı. Onları da rotasını Litvanya’ya çevirenler için listeliyoruz.
Palanga : Deniz-kumsal-eğlence tatili için
Siauliai: Küçük bir şehir. Buradaki ünlü Haç Tepesi ilgi çekiyor.
Labanoras Bölge Parkı – Moletai Göller Bölgesi: İki yüzden fazla göl mevcur ve Litvanya’da bir tatil cenneti
Druskininkai: Ülkenin en büyük çam ormanıyla çevrili ve en güneyindeki Druskininkai, Polonya sınırına yakın.
Europos Parkas ve Purnuskes köyü
Kedainiai: Eski bir kent son derece temiz ve şık.
Aukstaitija Ulusal Parkı: Geyiklerin ve yaban domuzlarının yaşam alanı, türleri azalmış birçok kuş ve bitki türü de var. 126 tane göl mevcut ve su sporları imkanı var.
Grüto Parkas: özellikle heykellere merakı olanlara
Not: Litvanya’da Uzupis Cumhuriyeti diye bir yer var. Ayna programından bilenler olabilir.
Uzupis “resmi olmayan” özerk bir cumhuriyet aslında. Yani Litvanya Devleti tarafından resmi olarak bağımsız kabul edilmiyor ama, kendi anayasası, 11 kişilik küçük bir ordusu, her mevsim için ayrı bir bayrağı ve bir cumhurbaşkanı bile var. Üstelik devlet bu oluşuma kesinlikle karşı değil, hatta yer yer destekliyorlar bile.
Burayı farklı kılan Paupio Sokağı. Çünkü burada hayatımızda görebileceğimiz en ilginç anayasanın 10+ farklı dilde madde madde sıralanmış halleri mevcut. Bunlar arasında Türkçe de var. İşte o anayasa:
- Herkesin Vilne Deresi kıyısında yaşama hakkına sahiptir. Vilnele Deresi de herkesin yanından akıp gitme hakkına sahiptir.
- Herkes sıcak su kullanma, kışın ısınma ve bir çatı altında barınma hakkına sahiptir.
- Herkes ölme hakkına sahiptir; ancak bu bir zorunluluk değildir.
- Herkes hata yapma hakkına sahiptir.
- Herkes özgün olma hakkına sahiptir.
- Herkes sevme hakkına sahiptir.
- Herkes sevilmeme hakkına sahiptir, ancak bu şart değildir.
- Herkes sıradan ve tanınmamış olma hakkına sahiptir.
- Herkes aylaklık yapma hakkına sahiptir.
- Herkes bir kediyi sevme ve ona bakma hakkına sahiptir.
- Herkes, taraflardan biri ölene kadar, bir köpeğe bakma hakkına sahiptir.
- Köpek, köpek olma hakkına sahiptir.
Şeyda Sandıkçı
Gezilecek Yerler Kategorimizi incelemenizi tavsiye ediyoruz.